Mete Han (Motun Tanhu), M.Ö. 209-174 döneminde Asya Hun Devleti‘ne hükümdarlık yapmış olan Türk Başbuğu, Teoman‘ın da oğludur. Tarihte düzenli orduyu ilk kuran Mete Han’dır. Bu sebeple, Türk Kara Kuvvetleri‘nin kuruluş tarihi olarak, Büyük Hun İmparatoru Mete Han’ın tahta çıkış tarihi olan M.Ö. 209 yılı esas alınmıştır. Tahta geçtikten sonra, Mete Han‘ın Çinliler’e yaptıkları seferleri Çin Seddi‘de durduramamıştır.
Kaynaklarda Mete hakkındaki ilk bilgi, M.Ö. 187 tarihinde Çin imparatoriçesine yazdığı mektuptur. Bu mektupta Mete, kendi hayatının ilk dönemine dair şöyle söylemektedir; “Irmaklar ve göller arasında doğdum; geniş yaylalarda sığırlar ve atlar arasında büyüdüm; kendimi sık sık sınır boylarında buldum”. Buna göre Mete’nin hayatını ve gelişimini; içinde yaşadığı tabiat ve bozkır kültürü belirlemiştir.

Teoman – Mete Mücadelesi
Teoman‘ın ikinci eşi ve Mete (Motun)’nin üvey annesi, tahtın meşru varisi olan Mete (Motun)’nin yerine kendi oğlunun tahta geçmesi gerektiğini düşünüyordu. Mete, üvey annesinin kışkırtmaları sonucunda, İpek Yolu üzerinde oturan Yüeçiler’in yanına rehin olarak gönderildi. Böylece Mete’nin dünya görüşü genişlemiş ve batı medeniyetleri hakkında bilgisi olan bir devlet adamı haline gelmişti.
Daha sonra Yüeçiler’in elinden kurtulmayı başaran Mete bu hareketiyle, babası Teoman tarafından takdir edildi ve himayesi altına 10.000 atlı birlik verildi. Bu olay Çin yıllıklarında şu şekilde anlatılmıştır;
“Teoman’ın adı Mete olan büyük bir oğlu vardı. Daha sonra Teoman başka bir hanımından bir erkek çocuk sahibi daha oldu. Artık Mete’yi ortadan kaldırmak ve yerine küçük oğlunu varis yapmak istiyordu. Bu yüzden o, Mete’yi Yüe-çiler’e rehin olarak gönderdi. Mete Yüe-çiler’in yanında rehin bulunduğu sırada, Teoman ansızın Yüe-çiler’e saldırdı. Bu sebepten Yüe-çiler Mete’yi öldürmek istediler; ancak Mete iyi bir at aldı ve memleketine kaçtı. Teoman, oğlunun kabiliyetini takdir etti ve idaresine on bin atlı askerden oluşan büyük bir birlik verdi.”
Babasına güvenemeyeceğini düşünen Mete darbe hazırlıkları yapmaya başladı. Sonunda babasına karşı giriştiği iktidar kavgasını kazandı ve M.Ö. 209 tarihinde Hun tahtına geçerek Mete Tanhu (Mete Han) oldu. Mete’nin babasına karşı yaptığı hazırlık Çin yıllıklarında şu şekilde anlatılmıştır;
“Mete, hedefe giderken, ıslık çıkaran bir ok yaptı. Atlı okçu birliğinin eğitimi esnasında kendisi bu oku nereye atarsa, askerlerin de hep birlikte o hedefi vurmalarını emretti. Emrine uymayanları idam ettireceğini söyledi. Bir gün Mete, okunu çok sevdiği atlarından birine yöneltti. Kendisiyle birlikte emrindekilerin de oklarını ata atmalarını emretti. Mete böylece emrindeki askerlere kendisine tam bir itaatle bağlanmalarını istemişti. Mete askerlerine uzun ve meşakkatli bir eğitim sürecinden sonra onlara güvenebileceğini anlamıştı. Mete bir süre sonra güvendiği askerleriyle babası Teoman’a karşı taht mücadelesine girişti. Mücadeleyi kazanarak Hunların yönetimini ele geçiren Mete Han kısa sürede diğer Türk ve Moğol boylarını hakimiyet altına almayı başardı.”

Mete’nin Hun tahtına çıktığı sırada Hun Devleti’nin doğusunda Proto-Moğol bir kavim olan Tung-hular, güneyinde Han sülalesinin temsil ettiği Çin Devleti, güneybatısında da Hunlar ile akraba oldukları sanılan Yüe-çiler bulunuyordu. Mete iktidarı devralmadan önce, babası Teoman tarafından Hun devleti, komşu devletler arasında dengeyi kendi lehine bozacak şekilde olmasa bile, onlarla boy ölçüşebilecek kadar güçlendirilmiş idi. Fakat Teoman’ın, kaynakta çok güçlü olarak vasıflandırılan komşu Yüe-çilere oğlu ve veliahdı Mete’yi rehin olarak göndermesi, bu sırada Hunların bu kavmin tabi olduğu kanaatini uyandırmaktadır. Zira, devletler hukukuna göre rehin gönderme klasik tabilik alameti sayılmaktadır. Fakat, yine aynı kaynakta bu rehin olayı, Mete’nin sessizce ortadan kaldırılması için düşünülmüş bir komplodan başka bir şey olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Ayrıca bu saldırı hareketi, Teoman’ın son zamanlarında Hun Devleti’nin en az Yüe-çiler kadar güçlenmiş olduğunun da bir kanıtıdır. Zira, zayıf bir devlet, kendi iç meselesini halletmek için güçlü bir devlete saldırmayı hiçbir zaman düşünmez.
Tung-Hular’ın Mete’ye Yaptıkları Politik Baskı
Eski Moğol halklarından olan Tung-hu‘lar tahta genç bir hükümdar olan Mete’nin geçmesini fırsat bilerek Hunlar’a savaş açmak için bahane aramışlardır. Bu düşünce ile, arka arkaya gönderdikleri elçiler vasıtasıyla Mete’den bir dizi istekte bulundular. Siyasette de kabiliyet sahibi olan genç Mete, politik dehasıyla bu kavmi bir süre ustalıkla oyalamış, sonunda Tung-hular’a layık oldukları cezayı vermiştir. Bu olay Çin yıllıklarında şu şekilde anlatılmıştır;
Mete idareyi ele aldığı zaman, Tung-hular güçlerinin zirvesinde bulunuyorlardı. Mete’nin babasını öldürdüğünü ve bizzat tahta oturduğunu öğrenen Tung-hular, (Mete’nin babası) Tuman’a ait “bin li” (bir günde 500 km) koşan ata sahip olmak istediklerini bir elçi vasıtasıyla bildirdiler. Mete danışmanları ile görüştü. Onlar, “Hunlar için böyle bir atın verilemeyecek kadar değerli” olduğunu söylediler fakat Mete şöyle konuştu; “Ben nasıl bir atı komşu bir devletten üstün tutabilirim“?
O, (bir günde) ”bin li” koşan atı (T’ung-hu elçisine) teslim etti. Artık Tung-hular, Mete’nin kendilerinden korktuğuna kani oldular. Onlar, Mete’nin hanımını da istediklerini bildirmek için bir elçi (daha) gönderdiler. Mete tekrar danışmanları ile görüştü. Hepsi sinirlenmiş olarak bağırdılar; “Tung-hular’da ahlak diye bir şey yok. Biz, onlara (hemen) saldırmayı teklif ediyoruz“. Bunun üzerine Mete şöyle konuştu; “Ben nasıl bir kadını komşu devletten üstün tutabilirim“?
O, sevgili hanımını tuttu ve Tung-hu elçisine teslim etti fakat, Tung-hu hükümdarının haksız istekleri daha da arttı. İki devlet arasında kullanılmayan büyük bir toprak parçası vardı. Burada sadece iki devletin askeri birlikleri bulunuyordu. Tung-hular batıya doğru ilerlediler ve Hunlar ile aralarında bulunan ihmal edilmiş bu ülkeye saldırdılar.
Tung-hu hükümdarı, gönderdiği elçi vasıtasıyla Mete’ye “benim ve senin sınırlarında askeri birlikler dışında insan bulunmayan bu toprak parçası, Hunlar’a çok uzak; ben bu toprak parçasına sahip olmak istiyorum” dedi. Mete tekrar danışmanlarına sordu. Bazılarının fikri; “bu boş toprak parçası hem verilebilir hem verilemez” şeklinde idi. Bunun üzerine Mete, hiddetle parladı ve şöyle söyledi; “Devletin temeli olan toprağı biz nasıl verebiliriz“?
“Hem verilebilir hem verilemez” şeklinde öğüt verenlerin hepsi, başlarını ayaklarının önünde buldu.
Hun tahtına çıktığı zaman komşu bir devletin ağır politik baskısına maruz kalan Mete, devlet meclisinin muhalefetine rağmen bazı tavizlerde bulunmuştur. Mete, komşu devletin haksız ve ahlak dışı isteklerini karşılarken, atın ve hatunun kendi şahsi malları olduğunu düşünmüş ve bu yüzden devletinin ve milletinin geleceğini tehlikeye atmak istememiştir fakat istenen taviz, şahsi olmaktan çıkıp, devlete ait bir toprak parçası olunca, Mete burada durmuş ve bu hususta tavizkar olan devlet adamlarını saf dışı etmek suretiyle hemen onları ağır bir şekilde cezalandırmıştır. Onun anlayışına göre, şahsi mal ve aile gerekirse feda edilebilirdi fakat devlete ait toprak, kullanılmayan bir yer bile olsa asla feda edilemezdi. Mete’nin bu düşüncesi, bütün Türk tarihi boyunca ölmezliğini korumuş, Türk devlet anlayışının özünü ve temelini oluşturan şu sözü ortaya çıkmıştır;
“Benden eğerimi isteyin vereyim, atımı isteyin vereyim, çadırımı isteyin vereyim, fakat vatanımdan hiç kimse bir karış toprak istemesin vermem, veremem.”
Mete’nin Tung-hular’ı Cezalandırması
Hunlar, ağır bir iç savaştan çıktıkları için ülkede düzen ve otorite henüz tamamen sağlanabilmiş değildi. Mete’nin, otoriteyi sağlaması ve düzeni kurabilmesi için zamana ihtiyacı vardı. Bu yüzden düşmana, kendisini toparlamadan saldırarak başarı şansını azaltmak istememiştir. Üzerinde politik baskılar kurarak onu savaşmaya zorlayan Tung-hular’ın çıkardığı sorunlara gerçekçi ve akılcı bir tavırla yaklaşan Mete, Tung-hular’ın kendisinin güçsüz olduğunu düşünmelerini sağlamış, düşmanı daha savaşmadan yanıltmıştır. Böylece Mete’nin, siyasi açıdan da büyük bir lider olduğu şüphesizdir.
Tung-hular’a verdiği iki taviz, Mete’ye hazırlanmak ve saldırmak için ihtiyacı olan zamanı kazandırmıştır. Kazandığı bu zaman içinde hazırlıklarını tamamlayan Mete, karar verirken ne kadar yavaş davranmış gözükse de hareketi çok hızlı olmuş ve Tung-hular’ı ani bir baskınla cezalandırmıştır. Bu durum Çin yıllıklarında şu şekilde geçmektedir;
“Mete, hemen atına atladı. Devletin içinde kendisinden geri kalanı ölümle tehdit etti. Doğuya doğru ilerledi ve Tung-hulara saldırdı. Tung-hular, Mete’yi öyle küçümsemişlerdi ki, daha kendilerini müdafaaya bile hazırlanamadılar. Mete, ordusuyla yaklaştı ve hücum etti. Tung-hu hükümdarını imha edercesine ağır bir bozguna uğrattı. Malını ve servetini yağma etti.”
Mete’yi küçümseyen Tung-hular, bu sürpriz baskın karşısında şaşkına dönmüşler, kendilerini savunmaya bile fırsat bulamamışlardır. Bu baskınla Mete, Tung-hular’ın bütün servet ve ganimetlerini ele geçirmiştir.
Bu baskın sayesinde Doğu Moğolistan ile Çin’in kuzeyindeki Jehol eyaleti bütünüyle Mete’nin eline geçmiştir. Baskından sonra Tung-hular uzun yıllar boyunca üzerindeki korkuyu atamamış ve Hunlar’a bağlılıkta kusur etmemişlerdir.
Mete’nin Yüe-çiler Üzerine Yaptığı Sefer
Tung-hular’dan sonra Mete, Yin (Yin-shan) ile Tanrı dağları arasında yaşayan, geniş ve verimli toprakları olan Yüe-çiler’i yaptığı saldırı ile göçe zorlamıştı.
İpek Yolu’nun önemli bir kısmı Yüe-çiler’in topraklarından geçtiği için Yüe-çiler Asya Kıtası’nın zengin ve kültürlü kavimlerinden biriydi. Mete, babası Teoman tarafından Yüe-çiler’e rehin verildiği dönemde bu bölgenin değerini ve önemini iyi kavramıştı.
Kendisini tıpkı Tung-hular gibi küçümseyen Yüe-çiler, Hunlar’ın Kansu bölgesi üzerinden Çin’e giriş yollarını kapatmışlardı. Mete, vurduğu darbe ile Yüe-çiler’i göçe zorladı ve böylece Hunlar’ın Çin’e giden akın yollarını açmış oldu.
Mete’nin Hun Ülkesinin Kuzey ve Kuzeybatısındaki Kavimler Üzerine Yaptığı Sefer
Mete’nin esas hedefi Çin’di. Çin seferine çıkmadan önce, devletin kuzey ve kuzey batısında bulunan kavimleri de itaat altına alarak arkasını emniyet altına almak istiyordu.
Bu bölgelere sefere çıkan Mete, Hun-u, K’ut-sa, Ting-ling (Töliş/Töles=T’ie-le), Kırgız (Kik-k’un) ve Sin-li gibi Türk soyundan ve Hunlar’la akraba olan kavimleri bir bir itaat altına aldı. Bölgede büyük Türk birliği kurma politikası güden Mete, zamanla Orta Asya‘nın en büyük gücü haline gelmiştir. Bundan Çin yıllıklarında şu şekilde bahsedilmektedir; “Hunların bütün soylu büyük kişileri Mete’nin hakimiyetini tanımışlar ve onu en büyük Şan-yü olarak yüceltmişlerdir”.
Mete’nin Çin Politikası
- Kuzey Çin Seferi
Mete’nin amacı; Hunlar’ın daha önce Çin’e kaybetmiş oldukları kuzey Çin’deki otlaklarını geri almaktı. Mete, Yin-şanlar üzerinden Kuzey Çin’e girmiş ve Pe-yang kralını yenerek Sarı Nehir‘in içinde bulunan Ordos bölgesini ele geçirmişti. Daha sonra Sarı Nehir’in doğusunda bulunan Yen ve Tai topraklarını ele geçirdi. Hemen hemen bütün Kuzey Çin, Hunlar’ın hakimiyetine geçmişti.
- Mete’nin Büyük Çin Seferi
Kuzey Çin’in tamamen kaybedilmesi, Han sülalesinin kurucusu İmparator Kao’yu harekete geçirdi. İmparator, çoğunluğu yaya olan 320 bin kişilik ordusu ile kuzeye doğru Mete’nin üzerine yürüdü. Bu tam da Mete’nin aradığı fırsattı çünkü Mete’nin, Asya Kıtası‘nın en büyük gücü olduğunu gösterebilmek için Çin’i de yenmesi gerekiyordu.
İmparator Kao, Mete’ye on kişiden oluşan bir elçilik heyeti gönderdi. Mete, daha önce Tung-hular‘a yaptığı gibi Kao‘ya da kendisini zayıf ve güçsüz olarak gösterdi. Bu haber üzerine hiç beklemeden saldıran Kao’nun ordusu Mete’nin, seçkin askerlerden oluşan 10 bin kişilik “Sağ ve Sol Bilge Tiginler“tarafından yorulmuş ve yıpratılmış bir şekilde, daha önceden hazırlanmış olan pusulara çekildi. İmparator Kao, üst üste zaferler kazandığını zannederek, her vuruştan sonra kaçan Hun askerlerinin peşinden hiç düşünmeden gitmişti. Hali hazırda Hun askerlerinin vur-kaç taktiği ile zayıflayan İmparatorun ordusu, bir de ağır kış şartları içinde iyice hırpalanmıştı.
Askeri dehasıyla, düşman ordusunun emir komutasını bozan ve güçsüz düşüren Mete, Pe-teng yaylasında kurduğu pusu alanında konaklayan düşmanı, 400 bin kişilik ordusuyla ani bir hareket yaparak dört taraftan kuşattı. Bu kuşatmada; kuzeydeki birliğin atları kara (yağız), doğudaki birliğin atları demir kırı (göğümsü), güneydeki birliğin atları al (doru) ve batıdaki birliğin atları da ak (beyaz) idi. Bu bilgi, askeri birliklerin gruplara ayrılarak düzenli bir ordunun varlığını bize gösteriyor.
Savaş sanatını çok iyi bilen Mete, kuşatmayı yedi gün sürdürmüş, bu sayede düşman ordusunun erzak sıkıntısı ile birlikte moral ve motivasyonunun düşmesini sağlamıştır. Bu durum Çin yıllıklarında şu şekilde geçmektedir; “Pe-teng kalesi altındaki felakette yedi gün ekmek bulunamadı; asker yay çekemedi“.
Kuşatmanın yedinci gününde Mete, kimsenin beklemediği bir şey yaparak Çin ordusunun çıkması için bir koridor açtı. Mete’nin Çin ordusunun gidişine göz yumması Çinli tarihçiler tarafından da merak konusu edildi. Mete’nin “milli bir siyaset” izlemesiydi. Milli siyasete göre Türkler, kalabalık ve güçlü Çin kültürü içerisinde benliklerini kaybedecek ve yok olacaklardı. Mete yaptığı savaşla, Çin İmparatoru Kao‘ya üstünlüğünü kabul ettirmişti.
Daha sonra Mete’ye elçi gönderen Çin İmparatorluğu ile Hunlar arasında bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşma, Orta Asya tarihinde bilinen ilk milletler arası antlaşmadır (M.Ö. 197).
Bu antlaşmaya göre; Mete’nin Kuzey Çin’de ele geçirdiği topraklar Hunlar’a bırakılacak ve Çin, her yıl Mete’ye ipekli kumaş, şarap, pirinç ve diğer yiyecek malzemelerinden mümkün olduğu kadar çok miktarda gönderecektir.
Bu antlaşmadan sonra Mete, kendisine gönderilen prenses ile evlenmiş, Çin yıllık vergiye bağlanmış, Çin ile uzun yıllar devam edecek ticari ilişkiler kurulmuş ve geliştirilmiştir. Çinliler, bu barışın bedelini Mete’nin hakimiyet haklarını tanıyarak ve hediye adı altında vergilerini düzenli göndererek ödemişlerdir.
Mete’nin Hun Hakimiyeti Altında Orta Asya Birliğini Kurma Politikası
İmparator Kao’nun yerini alabilecek uygun bir oğlu bulunmuyordu. Kao’nun ölümünden sonra, İmparatoriçe Lu, başta imparatorun başka eşinden doğmuş bir oğlunu tahta çıkardı. Sorunlar bir türlü çözülmeyince de iktidarı tamamen kendi eline aldı (M.Ö. 187).
Bu dönemde, Hun–Çin ilişkilerinde de kısa süre de olsa bir belirsizlik yaşandı. Mete, bu belirsizliğe son verip, baskısını hissettirerek Çin üzerindeki hakimiyetini devam ettirmek için İmparatoriçe Lu’ya bir mektup gönderdi.
“Ben, ırmaklar ve göller arasında doğmuş, geniş yaylalarda atlar ve sığırlar arasında büyümüş, kendimi sık sık sınır boylarında bulmuş, (ve şimdi) kendi ayakları üzerinde duramayan yalnız bir hükümdarım. Bir gün Çin’de gezinti yapma arzusundayım. Zat-ı devletleri (de) orada (Çin sarayında, dul olarak) yalnız bulunuyor. Buna karşılık, ben de, kendi ayakları üzerinde duramayan bir münzevi (yapayalınız bir kişi) olarak tamamen yalnız oturuyorum. Biz, yani her iki hükümdar için artık mutluluk kalmamıştır; bizi eğlendirecek hiçbir şey (de) yoktur. Ben, senin sahip olmadıklarını (vererek), sahip olduklarını (alarak), bunları birbiriyle değiştirmek istiyorum.”
İmparatoriçe Lu, başta her ne kadar bu isteklere karşı çıkmışsa da danışmanları tarafından yapılan baskı ve Pe-teng felaketinin hatırlatılması üzerine, Mete ile savaşma azminde olan imparatoriçe korkmuş ve kararından vazgeçmiştir. Gururu kırılmasına rağmen imparatoriçe, ihtiyat duygusu ile Mete’ye, Çin diplomasisi ve kurnazlığını kullanarak yatıştırıcı bir mektup gönderdi.
“Şan-yü Mete, benim yıkılmaya yüz tutmuş sarayımı unutmamış, özellikle bir mektup yazarak hatırlamış. Benim, yıkılmaya yüz tutmuş sarayımı şimdi korku ve endişe sarmış bulunuyor. Gücümün azaldığı bu günlerde zihnimi çeşit çeşit düşünceler işgal ediyor. Çok yaşlandım, nefes darlığım (da) var. Saçlarım ve dişlerim döküldü. Adımlarım normal yürüyüşünü kaybetti. Şan-yü Mete, bundan dolayı beni yanlış anlamış. Kendisinin bu kadar alınmasına değmez. Şüphesiz bunda, benim yıkılmaya yüz tutmuş sarayımın suçu yok. Sizden özür dilemeyi, üzerime düşen bir görev olarak görüyorum. Sana layık olmasa da, dört atla çekilen imparatorluğa mahsus iki araba gönderiyorum. Bunların kabulünü rica ediyorum. Bunlarla her zaman (ülkende) gezinti yapabilirsin.”
İmparatoriçe, Çin’in askeri gücü ile ulaşamadığı başarıya siyaset yoluyla ulaşmıştır. Gönderdiği değerli hediyelerle Mete’nin gönlünü alacak jestler yapmayı da ihmal etmemiştir. İmparatoriçe Lu, dış siyasette gösterdiği bu başarısına rağmen Mete ile Çin arasında eşi zamanında oluşan statükoyu değiştirememiştir. Çin yönetimi, hediye adı altında Mete’ye vergi vermeye devam etmiştir.
Çin yıllıkları, M.Ö. 197-187 ve 187-176 yıları arasında Mete’den hiç söz etmemektedirler. Mete, M.Ö. 176 tarihinde Çin imparatoruna bir mektup yazmıştır. Bu mektupta, Mete’nin, 20 yıl gibi uzun bir süre Çin yıllıklarında görülmemesinin nedenini çok açık bir şekilde açıklamaktadır.
“Tanrı tarafından tahta çıkarılmış büyük Hun Şan-yü’sü, Çin imparatorunun iyi olup olmadıklarını saygı ile sorar. Daha önce majesteleri evlilik yoluyla akrabalık kurmamızı teklif etmişti. Ben bu fikri uygun bularak, memnun olmuştum. Ancak, imparatorluğun sınır muhafız beylerinden biri benim beylerimden ‘Sağ Bilge Tigin’ime (Prens) saldırmış. Sağ Bilge Tigin de benim iznimi almadan Hou I- lu-hu (İlbeyi) Nan-chi gibi adamlarımın kışkırtmasıyla imparatorun muhafız beyine hücum etmiş (taktik uygulamış). Böylece, iki hükümdar arasındaki antlaşma bozulmuş ve kardeşlik ilişkilerimize gölge düşmüştür. Bu olaydan dolayı incinmiş olan imparator, bize iki defa mektup gönderdi. Ben de elçi vasıtasıyla cevap mektubumu gönderdim. Fakat gönderdiğim elçi geri dönmedi. Üstelik imparatorun da elçisi gelmedi. Bu bakımdan imparatorun bize dostça davranmadığı kanısındayım. (Böylece) komşu devletimiz, (yani Çin) bize bağlı kalmamıştır. Antlaşmamız, yalnızca küçük memur (veya subaylar) yüzünden bozulmuştur. Bunun için, Sağ Bilge Prensimi cezalandırdım. Yüe-çileri arayıp, onlara taarruz etmesi için, batıya gönderdim.
Tanrı’nın lütuf ve inayeti, subay ve askerlerimizin mükemmelliği ve dayanıklı atlarımızın üstün gücü ile düşmanlarımıza baş eğdirdik; Yüe-çileri mağlup ettik; bazılarının kafasını kestik, bazılarına diz çöktürdük (bazılarını tabi hale getirdik). Bundan başka Lo-lan (Jo-jan), Vu-sun, Hu-chie (Oğuz) topluluklarıyla civardaki 26 krallığı egemenliğimiz altına aldık ve düzene kavuşturduk. Böylece, bunların hepsi büyük Hun ailesin bir parçası, yani “Hun” oldu. Yay çekebilen ve kullanabilen bütün kavimler, bir tek aile halinde birleştiler. (Şimdi) bütün kuzey ülkesi barış içinde.
Artık, silahlarımı bırakıp, askerlerimi dinlendirmek ve atlarımı otlağa çıkarmak (besiye almak) arzusundayım. (Ayrıca) geçmişte olan olayları unutmak (eski hesapları kapatmak), eski antlaşmalarımızı tekrar yürürlüğe koymak istiyorum. Devletlerimizin sınırlarında oturan halklar güvenlik ve barış içinde yaşasın. Çocuklarımız korkusuzca ve serbestçe oynayıp büyüsün. Yaşlılarımız da endişesiz ve üzüntüsüz bir hayat sürsün. (Böylece) halkımızın, nesilden nesle böyle barış ve mutluluk içinde yaşamasını arzu etmekteyim İç saray vezirimi (Hsi-fu Ch’ien), bu mektubu size sunması için gönderiyorum. Mektupla birlikten zat-ı devletlerinize bir deve, iki binek atı, iki takım araba atı sunmak istiyorum. Eğer imparator bundan sonra Hunların, Çin savunma duvarlarına yanaşmalarını istemiyorsa, subayları ile orada yaşayan halkın, (duvarlardan, yani Çin seddinden) biraz daha uzakta oturmaları için, emir buyursun.”
Görüldüğü üzere Mete, 20 yıl gibi uzun bir dönemde Hun hakimiyeti altında Orta Asya birliğini kurma çalışmalarıyla geçirmiştir. Altay dağlarından Aral gölüne kadar bütün ülkeleri ele geçirmiş ve 26 tane büyüklü küçüklü devleti ortadan kaldırmıştır. Mete, Orta Asya’da sadece Hun siyasi birliğini kurmakla kalmamış, aynı zamanda bu topluluklara “Hun olma“, yani millet olma bilinci de vermiştir.
Sonuç olarak Mete, M.Ö. 209 yılında, Türk tarihinde devrim yapan bir yöntemle Hun tahtına çıkmış, kendisinden toprak talebinde bulunan Moğol kökenli Tung-hular’ı ağır bir şekilde cezalandırmış, dünyada başka eşi benzeri olmayan bir taktikle Çin imparatorunu kuşatıp, vergiye bağlamış, Türkçe konuşan ve Türk soyundan olan toplulukları Hun hakimiyeti altında toplayarak, Hun siyasi birliğini kurmuş ve Hun Devleti‘ni sadece Orta Asya’nın değil, bütün Asya’nın, hatta bütün dünyanın en büyük gücü haline getirmiştir. Zaman zaman Çin üzerinde siyasi baskısını hissettirerek, Hun halkına uzun bir barış ve huzur dönemi yaşatmıştır.
Mete Han, M.Ö. 174 yılında öldü. Geride geleceği parlak, devasa bir devlet bıraktı. Bu sırada Hun Devleti, gücünün ve kudretinin doruk noktasında bulunuyordu. Yerini oğlu oğlu Ki-ok (M.Ö. 174-160)’a bıraktı.
Kaynakça;
Salim Koca, “Büyük Hunlar”, Türkler Ansiklopedisi, C. I, Ankara, 2002.
Bahaeddin Ögel, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, [T.C. Kültür Bakanlığı], Ankara 1981.
Saadettin Gömeç, Türk-Hun Tarihi, Berikan, Ankara 2012.