Atatürk‘e göre, Atatürkçülük ilkelerinden taviz verilmeden diğer ülkeler ile ittifaklar kurulabilir, antlaşmalar yapılabilirdi. Onun güttüğü dış politika gerçekçi ve yararcıydı. Bu açıdan, Milli Mücadele döneminde başlayıp Cumhuriyet‘in ilanından sonra da devam eden Sovyet Rusya – Türkiye dostluk ilişkisi son derece olağandır. Fakat o hiçbir zaman Rusya ile münasebette komünizmin, Türk milletince benimsenebilecek bir fikir olduğunu düşünmemiştir.
“Biz ne Bolşevik’iz, ne de Komünist; ne biri ne de diğeri olamayız. Çünkü biz milliyetçi ve dinimize saygılıyız. Özetle, bizim hükümetimizin şekli, tam bir demokrasi hükümetidir. Ve dilimizde bu hükümet, “halk hükümeti” diye adlandırılır.”
I. Dünya Savaşı‘nın yaşandığı 1917 yılında, Rusya’da ‘Bolşevik İhtilali‘ çıkmış ve Kızıl Ordu Çarlık iktidarını ele geçirerek Marksist ideoloji devrini başlatmıştır. Yeni hükümet, emperyal devletlere karşı mücadele veren Türkiye’deki durumu yakından izlemiş ve hem dünya devletleri arasında bir ittifak edinmesi gerektiğinden hem de Sovyet rejiminin ideolojisini Anadolu’ya sokmak gayesiyle Ankara’yla görüşmeler başlamıştır.
Öte yandan Ankara Hükümeti, Kurtuluş Savaşı‘nın başarıya ulaşabilmesi için para, silah ve cephaneye ihtiyaç duyuyordu. Ayrıca, Bolşevikler’e karşı her zaman Çarlık Rusya‘yı destekleyen İtilaf Devletleri‘nin ortak düşmanları olması, Ankara Hükümeti – Sovyet Rusya ittifakını zaruri kılmıştır. Bu müttefiklik her iki ülke için de güç anlamına gelmektedir.
Böylelikle görüşmeler başlatılmak üzere Moskova‘ya bir Türk heyeti gönderilmiş, ancak ilk toplantıda Rusların Ermenistan için toprak talep etmesiyle bu görüşme sonlanmıştır. Anlaşmalar ancak ikinci bir Türk heyetinin Moskova’ya intikali sonucu söz konusu olmuştur. Bu görüşme sonucunda 16 Mart 1921 tarihinde Ankara Hükümeti ile Rusya arasında ilk “Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması” imzalanmıştır. Antlaşma gereğince iki ülke birbirinin aleyhinde propaganda yapmayacak, ihtiyaç duylan maddi desteklerde bulunulacaktır.
Mustafa Kemal Paşa‘nın Sovyetlerle anlaştığı ve Anadolu’ya para, silah yardımı aldığı sıralarda, İstanbul Hükümeti‘ndeki Damat Ferit Paşa, Bolşevizm’in Anadolu’ya sızdırıldığını söyleyerek Bolşeviklik aleyhinde fetvalar çıkartmıştır. Böylece bu meseleyi milli mücadelecilere karşı bir karalama aracı olarak kullanmıştır.
Bu karşı kampanyanın farkında olan Mustafa Kemal Paşa ise verdiği demeçlerle -yalnız Türk basınına değil, yabancı basına da- komünizmin Türk fıtratına uygun olmayan ve Türkiye Cumhuriyeti‘nde tatbiki imkansız bir ideoloji olduğunu, Sovyet Rusya ile aralarındaki ilişkinin yalnızca askeri ve ekonomik sahalarda gerçekleştiğini defalarca belirtmiştir.

03.07.1920’de TBMM’nin gizli oturumunda: “Bizim için, milletimiz için Bolşevik olalım, olmayalım meselesi mevzubahis değildir. İlla Bolşevik olmak için bir mesele yoktur. Yine bu hususta kraldan çok kral taraftarı olanlar da var. Görüyorum ki bazı arkadaşlar “illa Bolşevik olalım” gibi bir fikirdedirler. Biz bir milletiz, kendimize mahsus adatımız vardır, prensibimiz vardır ve biz bunların sadıkıyız. Biz Bolşeviklerden bahsettiğimiz zaman Bir Bolşevik Rusya’sı, Sovyet Cumhuriyeti var ve onların vesaiti var, menabii var ve bizim düşmanımızın düşmanıdır. Biz kendi maksadımızı kurtarmak için bunlarla birleşiriz. Yoksa kendi maksadımızı bırakıp da onlara köle olalım meselesi mevzubahis değildir. Onun için bu nokta bila kayd-ü şart Bolşevik olalım demek değildir.”
22.1.1921’de TBMM’de: “…cihanın malumudur ki bu milli esaslarına derin rabıtalarla sadık kalan Meclisiniz ve Hükümetiniz müstakil bir devlet olarak Rusya Bolşevik Cumhuriyeti denilen devletle münasebatı siyasiyesinde hiçbir vakit Komünistlik ve Bolşeviklik esasatını dahi telaffuz etmemiştir. Heyet-i Aliyenizin Ruslarla olan münasebatı doğrudan doğruya iki müstakil devletin karşı karşıya olan ve herbiri kendine ait olan gayelerini tamamen mahfuz bulundurmak şartiyle, bugüne kadar böyle olduğu, bundan sonra da böyle devam edeceğine şüphe etmeyiniz.”
Cumhuriyetin ilanından sonra ise Musul sorunuyla uğraşan Ankara Hükümeti, 17 Aralık 1925‘te yeni bir “Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması” imzalamıştır. 1933 yılına dek sıkı ilişkilerle devam eden bu ittifak, 1936 Montrö (Montreux) Boğazlar Konferansı‘yla birlikte bozulma safhasına geldi.
Atatürk’ün Türkiye Komünist Fırkası’nı Kurdurması
Atatürk, Sovyetlerle ilişkilerinde her zaman komünizmin Anadolu’ya sokulması meselesini ayrı tutmuştur. Olası bir yayılma tehlikesini kontrol edebilmek için ordunun en üst kademelerindeki arkadaşlarına Komünist Fırka‘yı kurdurmuştur.
Mustafa Kemal Paşa, 31 Ekim 1920’de Ali Fuat Paşa’ya çektiği telgrafında Komünist Fırka’nın kuruluşu ile ilgili şunları söylemiştir;
“Komünistliğin memleketimizde değil, henüz Rusya’da bile kabiliyeti tatbikiyesi hakkında sarih kanaatlar hasıl olmadığı anlaşılmaktadır. Bununla beraber dahilden ve hariçten muhtelif maksatlarla bu cereyanın memleketimiz dahiline girmekte olduğu ve buna karşı makul tedbir alınmadığı takdirde milletin pek ziyade muhtaç olduğu vahdet ve sükunun muhil ahvalin hudusu da daire-i imkanda görülmüştür. En makul ve tabii tedbir olarak aklı başında arkadaşlardan hükümetin malumatı tahtında bir ‘Türkiye Komünist Fırkası’ teşkil ettirmek olacağı düşünüldü. Bu takdirde memlekette bu fikre müteallik bütün cereyanları bir muhassalaya irca etmek mümkün olabilir.
…güzide arkadaşlarımızdan Fevzi, Ali Fuat ve Kazım Paşalarla Refet ve İsmet Beylerin de gizli olarak dahil bulunmasını muvafık gördüm. Bu sayede bu memleketi tutan ve maksadı milletimizin kahramanı bulunan arkadaşlarımız bu teşkilatta zimethal bulunacaklar ve onların malumat ve teşebbüsatı, cereyanı teşebbüsat üzerine amil olacaktır. Sosyalizm ve komünizm prensiplerinden hangileri ve ne dereceye kadar bizce kabili tatbik ve hazım ve kabul görüleceği Türkiye Komünist Fırkası’nın propagandasına mukabil milletin tezahürat-ı fikriyesiyle ve zamanla anlaşılacaktır. Ordunun her vakitten ziyade büyük bir inzibat ile kumandanlarının eli altında bulunmasına son derece dikkat ve ehemmiyet atf’olunmalıdır. Komünizm cereyanı nihayet ordunun büyük kumandanlarında kalmalıdır.”
Ali Fuat Paşa bu telgrafla ilgili olarak, o günkü sol grupları tek bir komünist partide toplayarak dışarıdan gelen düşünce akımının yurtta kontrolsüzce hareket etmesini önlemek gerekliliğinden bahsetmiş, bu sebeple resmi bir komünist fırkanın kurulduğunu belirtmiştir.
Ali Fuat Paşa, Moskova’ya gitmeden evvel Türkiye Komünist Fırkası Umumi Katibi Hakkı Behiç Bey’le görüşmüştür. Hakkı Behiç Bey parti hakkında şu sözleri sarfetmiştir;
“Yeşil Ordu Cemiyeti lağvedildikten bir müddet sonra Mustafa Kemal Paşa, komünist nam’ile ve tamamen Rus inkılabının aynını istihdef etmek şartile bir fırkanın teşkilini bana teklif etmişti. Bu teklif Rusya’dan gelmekte olan bir tehlikenin ilham ettiği bir fikrin mahsülü ve siyasi zaruret şeklinde olarak izah edilmiştir. Ben de bu vazifeyi bir fedakarlık telakki ve kabul etmiştim.”
Mustafa Kemal Atatürk, komünizme inanmadığı gibi, komünizmin memleketten güç ve şiddet yollarıyla atılamayacağını, bir fikirle böyle mücadele etmenin hiçbir işe yaramadığı gibi o fikre hizmet edeceğinin bilincindeydi. Komünizm karşısında alınması gereken tedbirleri Ocak 1921’deki bir meclis konuşmasında şöyle anlatmıştır;
“Efendiler, komünizmi önlemek için her iki türlü tedbir olabilirdi. Birisi, doğrudan doğruya ‘komünizm’ diyenin kafasını kırmak; diğeri, Rusya’dan gelen her adamı derhal denizden gelmiş ise vapurdan çıkarmamak, karadan gelmiş ise hududun haricine def’etmek gibi zecri, şedid, kırıcı tedbir kullanmak. Bu tedbirleri tatbik etmede iki nokta-i nazardan faidesizlik görülmüştür. Birincisi siyaseten hüsn-i münasebatta bulunmayı lüzumlu addettiğimiz Rusya Sovyet Cumhuriyeti kamilen komünisttir. Eğer böyle zecri tedbir tatbik edecek olursak o halda bila kayd-ü şart Ruslarla alaka ve münasebette bulunmamak lazım gelir. Halbuki biz birçok mülahazat-ı siyasiyeden, birçok esbab ve avamilden dolayı Ruslarla temasta, münasebatta, itilafta bulunmak istedik ve istiyoruz ve isteyeceğiz. O halde tatbik edeceğimiz tedbirlerde, dostluğunu istediğimiz bir milletin, bir hükümetin prensiplerini tahkir etmemek mecburiyetindeyiz. İşte bu nokta-i nazardan zecri tedbir kullanmak istemedik. İkinci bir nokta-i nazardanda zecri tedbir kullanmayı faideli addetmedik. Malum-i aliniz fikir cereyanlarına karşı fikre istinad etmeyen kuvvetle mukabelede bulunmak, o cereyanı imha etmedikten başka herhangi bir muhatabınızla, herhangi bir insanla konuşulduğu zaman onun herhangi bir fikrini kuvvet zoru ile reddederseniz, o ısrar eder. Binaenaleyh fikir cereyanları cebir ve şiddet ve kuvvetle reddedilemez. Bilakis takviye edilir. Buna karşı en müessir çare, gelen fikir cereyanına mukabil fikir cereyanı vermek, fikre fikirle mujabele etmektir. Binaenaleyh, komünizm memleketimiz için, milletimiz için, icabat-ı diniyemiz için gayr-i kabili kabul olduğunu anlatmak, yeni efkar-ı umumiye-i milleti tenvir etmek en faydalı bir çare görülmüştür. İşte hükümet böyle bir çareye tevessüle iştigal etmekle beraber, şüphe yok ki, gelen cereyanların, zamanından evvel fiilen marazzat-ı tevlid edebilecek hale gelmemesi için dahi bir taraftan da tedabir-i lazimeyi ittihaz etmiştir.”

Yeni Gün ve Yeni Dünya gazeteleri, Komünist Parti’nin yayın organlarıydı. Parti, Komünterm’e başvurdu, ancak parti 30.06.1920 Komünterm Kararları’nın en önemli 21 maddesine uymadığı gerekçesiyle reddedildi. Bu olay Moskova’da alay konusu oldu. Bu olayın üzerine Komünterm’e bu kez daha ciddi bir hazırlıkla giden Komünist Fırka, ikinci ziyaretinde Ruslar tarafından ciddiyetle karşılanmıştır.
Türkiye Komünist Fırkası, Çerkes Ethem’in Ankara Hükümeti ile çatışmaya girmesininden sonra solu bastırma meselelerinin beraberinde kendiliğinden kapanmıştır.
06.02.1921 tarihli Meclis konuşmasında Mustafa Kemal Atatürk şöyle söylemiştir;
“Komünizm içtimai bir meseledir. Memleketimizin hali, memleketimizin içtimai şeraiti, dini ve milli ananelerinin kuvveti Rusya’daki komünizmin bizce tatbikine müsait olmadığı kanaatını teyid eder bir mahiyettedir. Son zamanlarda memleketimizde komünizm esasatı üzerine teşekkül eden fırkalar da bu hakikati bittecrübe idrak ederek tatil-i faaliyet lüzmuna kani olmuşlardır. Hatta bizzat Rusların mütefekkirleri dahi bizim için bu hakikatin sübutuna kaail bulunuyorlar. Binaenaleyh bizim Ruslarla olan münasebet ve muhadenetimiz ancak iki müstakil devletin ittihat ve ittifak esasları ile alakadardır.”